29 Kasım 2011 Salı

Anladım...


Ted'i, Marshall'ı neden sevdiğimi, Barney'e neden imrendiğimi, Robin'e neden bayıldığımı yeniden anladım...
Dünya küçük çünkü... Küreselleşme, benzer tüketimi malların ve hayatın, basit ve evet bir o kadar basit hayatın...
Benzer yaşların, benzer korkuların, benzer kaygıların ve sevgilerin - ki pek çoğu çok erdemli bulmayabilir - yaşandığı...
Biliyorsunuz çok değil aramızda 1-2 yaş fark var karakterlerle...

Sevgi doldum bu gece... Babamı sevdim, annemi, denizi ve dostlarımı sevdim yeniden... biraz da Zaz sevdim... belki üç duble de viskiyi... :)


Gölgelerin sevildiği an...

19 Kasım 2011 Cumartesi

Londra, ikinci vatan...

Pegasus sağolsun yurtdışı kampanyaları ile uçuş çok daha ekonomik, gezmek keşfetmek daha bir erişilebilir oldu. Yaz başından planlanmış olan gezimizin tarihi yaklaşırken Deniz için kağıt kürek, vize işleri de başlamıştı. Her ne kadar 12 sayfalık Birleşik Krallık vize formu karın ağrıtmışsa da, vizenin 3-4 gün içerisinde verilmesi sevindirdi bizleri. Vize için yaptırmış olduğumuz otel rezervasyonunun gayet de mantıklı olduğu, lokasyon ve fiyat süzgecinden geçirildikten sonra Londra'da son anda yer bulmanın da zor olduğu gözlenince rezervasyonumuzu aynen kullanmaya karar verdik. Classic Hotel, Sussex Gardens.
Stansted Havaalanı'ndan kolay bir transfer (pasaportta az biraz bekledik ama) sonrası otele vardığımızda booking.com'daki yorumlardan edindiğimiz izlenimden daha güzel, derli toplu, şirin otelimizi tercih ettiğimize yeniden sevindik. Paki resepsiyon görevlileri de sağolsunlar her türlü konuda yardımcı oldular, kendilerine de selam olsun. 
4 gece 4 gün kalacaktık Londra'da... London Eye, Notting Hill, müzeler gezimizin merkezinde olacak, zamanımızın geri kalanında ise tabana kuvvet yolun, parkın, rüzgarın, yağmurun rehberliğinde rota çizecektik.
İlk güne biraz şaşkınlıkla kahvaltımızı kaçırarak başladık ama sepetten birer elma alma fırsatımız da olmadı değil. Elmalarımız ve anavatanında heryerde bulunabilecek envai çeşit sandviç sayesinde aç kalmayacağımızı tahmin etmek zor olmadı.
Yürü, evet Londra'da yürü... hele yağmur yoksa... Oraya, buraya, şuraya...elindeki veya şehrin her köşe başında dikilmiş olan bölgesel haritalara göre yürü... The Tube'ı da kullan ama vaktin varsa yürü sokakların, yapıların, insanların arasında yürü... Biz de öyle yaptık...
Oxford Street'ten yürümeye başladık... Picadilly, Trafalgar, National Gallery (takdir ettik ücretsiz müzeleri, galerileri), Thames üzerinden yürü... sonra dur, fotoğraf çek, biraz daha yürü, fotoğraf çektir... 
London Eye, dev bir dönmedolap, sıra beklememek için pamuk eller cebe - Fast Track hayatı kolaylaştırır, kim demiş parayla saadet olmaz diye? - manzaranın keyfini sür... 
Karamelize edilmiş fıstık al ama az al... Fıstık dediğin tuzlu olur, tatlı fıstık açken belki... Thames'de nehir turuna katıl, dinle rehberi, gülümse, hayatı hafiflet... Şehri izle, farkı anla, tarafsız ol, takdir et... İnsanı sev, gülümse, aslında zor değil...
Markete git, sandviç reyonunu sev, istif yap gerekirse... hazır yemeklere bak - şaşır!!! bilmene rağmen şaşır !!! Fish and Chips aşer, yürü... Odana döndüğünde sev, biriktir, sabahı iste, geceyi kucakla...
Birinci günün rotasını çizdim haritada, bak, oku, korkma diğer günler de peşinde... 


 1.Gün Rotası

Bir limon çekirdeği...

Koydum bir yere, biliyorum. "Bende kalsın, saklayayım", dedim. Diğer bütün limon çekirdekleri gibi aslında... Açık sarı renkli, boyuna çizgili, belki bildiklerimizden biraz tombul ama o kadar işte...
Mevsimin en yağmurlu gününde, öğle vakti özlenen tantuniye sıkılmıştı limon. Gündüz boş oluyormuş Emine Ana, zaten dışarıda da oturulmaz ya içeride kurumak iskemlelere yayılmak uygun geldi...
Dürümler yendi ama yağmur dinmedi bir türlü. Çok uzağa gitmek olmazdı; Leman Kültür sığınak oldu ıslaklara. 
Isınmak için sıcaklarla başladık ama soğuklara geçiş çok sürmedi kapalı mekanda gizliden gizliye tüttürülebilen üst katta... 
Limon çekirdeği zaten kahve içerken göze takılmıştı... Yağmurdan, sudan, ıslaklıktan olacak hissetmedim saçlarımın (ön tarafta olduğu için tespit pek zor değildi zaten) arasındaki limon çekirdeğini. Montumun cebine attım çekirdeği, tantuniden Leman'dan anı kalsın diye. 
Görüşmek güzeldi, korkmadan, endişelenmeden... 




Bir Limon Çekirdeği

24 Eylül 2011 Cumartesi

İstanbul Akvaryum

Ramazanda gitmiştik dünyanın en büyük tematik!!! akvaryumuna... Tematik ne demek derseniz; karadeniz, akdeniz, marmara, pasifik, atlantik, kızıldeniz vb.... 
Aslında gezilip görülen kısımların hemen hemen hepsi büyük havuzun farklı bölgeleri. Yani akdeniz ile pasifik aynı havuz. Yalnızca siz bu havuzun farklı yerlerine bakıyorsunuz koridorlarda gezerken.
Tuz kokulu büyük havuzun görüntüsünü paylaşıyorum. 


3 Eylül 2011 Cumartesi

Oyuncak kent Chur

Ağustos ayı ortasında, doğungünümü de kapsayan 2.5 günü İsviçre'nin pek bir şirin Chur kentinde geçirdim iş dolayısıyla.
İki tarafı dağlarca(Alpler) kuşatılmış Chur'a Zürih'ten tren ile 75 dakikada ulaşmak mümkün. Demiryolu çok bir meşhur Zürih Denizi kıyısına paralel döşendiğinden yolculuk keyifli ve seyirlik. Uçak yolculuğunun yorgunluğunu bu yolda atabilirsiniz.
Chur'un bal dök yala sokakları ve havası muhteşem. Bu 35-40 bin nüfuslu kentte istediğiniz herşeyi ve fazlasını bulmak mümkün. Kışın kayak, yazın dağ bisikleti, tırmanış vb. sporlar Chur'luların hobileri arasında. Turistler için de bir istasyon görevi üstleniyor Chur.


 Chur Avusturya sınırı tarafında, doğuda Graubunden kantonunda


Bu minik kentte sokak mobilyaları, evimdeki mobilyalardan daha özenli, kaldırımları Gülizar'a rağmen banyomdan daha temiz, havası dağlara rağmen kuru, taze. 

Babam demişti geçenlerde;
"Daha 1980'lerin başında İsviçre'de sıvı yakıt tüketen teknelerin kullanımı yasaklanmıştı, elektrikliyi zorunlu yapmışlardı." 
Evet yapmışlar, he dalga geçmeyelim İsviçre'de deniz mi var diye... Donanmaları olmayabilir ama göllerle bezenmiş coğrafyaları insana eksikliğini hissettirmeyebilir denizin.

Doğumgünümü, yolların kalıpla yapıldığı, bu minik kentte geçirdim ama ömrüme ömür katacağına (+10 min.) emin olsam da bu kadar steril bir ortamda hayat geçer mi bilemiyorum. Ha gidin ziyaret edin diyeceğim ama çok paranız varsa gidin. Geçenlerde okudum en pahalı şehirler listesinde Zürih ile Cenevre liderlik için kapışıyormuş.


 "Bu yeşili görünce inek olup otlayasım geldi."
                                                         Anonim

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Muhteşem mimar

Efenim geçenlerde Türkiye'nin pek bir kurumsal kırtasiye devinin yeni binasının projelendirilmesi kapsamında koordinasyon toplantısındaydık. Önceki örneğinde toplantı 12 sularında bitmiş, o saatten sonra, ofis üzeri ev yapılmış, gereksiz konuşmaların ve lagalugaların kafayı ütülediği gözlemlenmişti.
He! koordinasyon toplantısı nedir? diye soracak arkadaşlara son dönemde değişen tarifi yapayım;
Şimdi mimarların bir kısmı, ki biz bunlara tatlısu mimarı deriz, iş yapmadan iyi para kazanmak istediklerinden ve kendilerini yapı bilgisi yerine objenin estetiği üzerine felsefe yapmak için geliştirdiklerinden, projelerinde gerekli çalışmayı yapmazlar ve büyük bir ihtimalle de yapamazlar.
Bunun yerine bütün ekipleri toplantıya çağırmak kaydıyla, yani işin tekniğine hakim statik, altyapı, mekanik, elektrik, uygulama sorumlularını biraraya getirerek işlerini biranda çalışmaya gerek kalmadan halletmek isterler. Şimdi ilkokulda Google'ı duymuş her veledin bilgisayarına indirip kullanabileceği 3 boyutlu grafik programı Sketchup kullanılarak hazırlanmış model üzerinden şu konuşmalar yaplır bu toplantılarda;
-Ben buraya şööylee (modelde çekiştiriyor) bir geçiş düşüyorum ve burada bir şaft açsam
- Şu kolonu kaldırsak (delete) benim kamyonum buradan gezse ne dersiniz?
soruları projekte edilmiş ekran üzerinde konuşuladursun mimar aradığı cevapları "koordinasyon toplantısı"nda almış, kendi çalışacağı yerde ekipleri uykusuz bırakmayı tercih etmiştir.
Şimdi o toplantıya gelirsek; kırtasiye devinin patronunun da yeraldığı toplantı öncelikle ruhsat için zamanları kalmadığı, sıkıştıkları gibi "el classico" laflarla süslendikten sonra uzayacağı her halinden belli olunca kurum patronu yorulmuş/sıkılmış görünen pek muhteşem mimara dönerek "birşey içer misiniz?" sorusunu yönelttiğinde "şöyle kuvvetli birşeyler olsa" cevabını bekliyor muydu bilmiyorum.

Bir süre ortalıktan kaybolan patron elinde bir şişe ithal vodka ve servis tabağında kirazlarla geri dönüp pek muhteşemin önüne koyduğunda şaşırmadım ama ben susuzluktan kırılırken özenmedim desem kimse inanmaz herhalde....


Kaan-Gökçe nikah/düğün

20 gün 20 gece süren şenlikler sonunda bitti. Çok değerli yavrucuğumuz Kaan ile pek değerli gelin kızımız Gökçe artık dünya evine girmenin yanında birlikte yaşayabilmenin de keyfini sürüyor.
Ufak tefek aksaklıklar ve biraz da yancı terslikler dışında organizasyonlar keyifli, eğlenceli, kuru, sulu ve hatta ıslaktı. İyi düğün özlemişiz iyi geldi...
Fotoğraflar, videolar, anılarla birlikte masalsı anlatımlarla eşrafa aktarılmaya başlamıştır artık. Ben de doyasıya izleyeceğim düğün videosu için heyecanlanmaya başladım zaten......
Düğün dernek işlerinin iyi yanı gıyabında tanıdığınız veya bebekkene sizi kucağına alıp sevmiş, agu bugu yapmış 2.göbek teyze, kuzen, amca çeyreği, hala yarısı karakterlerle yüzyüze olmak ve tanışmak. He lazım mı? Yok da, artık en azından bahsi geçen kişiyi resmedebiliyor, görsel karşılığını bulabiliyorsunuz.

Bir de yazlık teyzeleri var tabi,
-Beni hatırladın mı Tolga?
-......... şimdi ben ....
- Bak ben zıpırt teyze
- desem ki hatırlamıyorum olmayacak ama ...
- bıdırt'ın annesiyim ben
- aaaa, ayağınıza sağğğğ (sarılıyoruz, eski dostuz, kaybettik sonra bulduk birbirimizi, çok mutluyuz) lıııık
- Ne kadar büyümüşsün, ee sen ne zaman?
- (10-15 senesi var erdeğin gitmeyeli, 20 belki bıdırtı görmeyeli) hehehe, kih kih, iyi eğlenceler...

Düğün günü sadece yemek ve eğlenceden ibaret değil tabii... Istıraplı bekleyişler de var... Mesela kuaförde sıralarını bekleyen hatunlar çok ıstırap çekiyorlar o salonlarda... Gün ortasında dışarıda beklerken ağaç gölgesi arayan erkeklerden birazcık daha fazla...
Öyle ki annemi bulmak için içeri adım attım, klimanın tatlı serinliği yüzüme vururken sağda solda dizili mutlu kadınları keyif içerisinde beklerken görme şansı yakaladım. Annemi bulduğumda manzara herşeyi özetliyordu: biri el tırnaklarını yaparken diğeri ayaklarına bakımı sürdürüyor, annem ise özel tasarım koltuğunda çok sevdiği nescafesini yudumluyordu. O an yeniden anladım, biz erkeklerin ömürleri boyunca keyif yapmak için kaybettikleri zamanı gözden geçirmeleri lazım. Hiçbiri kuaförde hatunların aldıkları haz ile mukayese olmaz, olamaz.

İngiltere'den teyzemlerin geliş saatinden kaynaklı biraz yorucu olmuş olsa da pazarı Tözt'ün güzel kahvaltısı ve sevgiyle geçirmiş olmanın mutluluğunu sırtıma atarak İstanbul'a döndüm.


15 Mayıs 2011 Pazar

Gaziantep'te 12 saat...

Efendim pegasus sağolsun yurdumuzun farklı yörelerine günübirlik geziler yapmak mümkün kılındı... Geçen indirim furyasından elde kalan 05.45 gidiş 22.05 dönüş uçuşları ile Gaziantep orogramı yaptık Emre ile. Doğaldır ki Antep denince ilk akla gelen mutfağı olduğundan plan da biraz yemeklere endeksli oldu. Sabah ciğer+katmer, öğlen kebap+şöbiyet, akşam kebap+baklava şeklinde...
Aradaki zamanlarda da Arkeoloji ve Mozaik Müzeleri, kale, bakırcılar çarşısı, Bey mahallesi vs. ziyaret edilebilir bir program bu.
İnişimiz, şehre varışımız ciğerciye erişimimiz kolay oldu. Aradığımız ciğerci kalabalığını bulamadık lakin akape sonrasında şehirde içkili eğlence kalmadığından, gazinolar vs. kapatıldığından, eskiden 20 adam çalıştıran ciğercinin dükkanında 3 kişi kalmış iş yapan. Akşamcılar kalmadığından dükkanı da geceden değil sabahtan açıyorlar artık... Ciğerci şikayetçi, değişimi görmüş, rakıcının zamancı olduğunu görmüş...
Antep insanları sıcak, yardımcı, Antep sevdalısı. Bakırcılar çarşısı turistik, hanları oldukça küçük ve bakımsız. Yani oralarda pek görülecek birşey yok kanımca.
Yeni Mozaik müzesi, ki burası Zeugma'dan getirilen bütün mozaiklerin sergileneceği yer, ciddi bir kamulaştırma ile, Sani Konukoğlu caddesi üzerinde, tren istasyonunun karşısında denebilir. Müzecilik başarısı olacağı kanaatindeyim, ben beğendim, gurur duydum henüz resmen açılmamış olmasına rağmen.
Şehir merkezi bütün kamu dairelerinin ve yeni plazaların yapıldığı Muammer Aksoy caddesi dışında bakımsız ve özelliksiz. Gaziantep'in yeniden yapılanma ihtiyacı yüksek, muhtemelen her şehrimizin ihtiyaç duyduğu kadar.
Günümüzü Antep'te kebap ile 2 duble rakı içerek tamamlamak istediğimizden alkol verdiğini bildiğimiz Sahan'ı aramaya koyulduk, şurası burası derken bulduk Sahan'ı yeni bir binada ruhsuz bir tavırla ama kendinden emin duruyordu. Artık mutlu olmamıza ramak kalmıştı, kapısına geldiğimizde ise takım elbiseli bir görevli bizi durdurdu.

-İyi akşamlar, kapalıyız efendim.
-*%&#*/-####
-Özel bir davet sebebiyle bu akşam başka misafir alamıyoruz.
-O zaman bize bir yer önerir misiniz?
-Çağdaş var şurada (İmam Çağdaş'tan bahsediyor), bıdı bıdı var.
-İçki servisi var mı?
-Yok, Gaziantep'te içki servisi yapan yer bulamazsınız.
-Ama burada var, değil mi?
-Evet...
-Pekiyi

İmam Çağdaş olduğunu anladığımız Çağdaş'a varmak için fazla yürümemiz gerekmedi, sabah da yanından geçmiştik 1-2 sefer.
Burası kebapçı ama aynı zamanda baklavacı, İstanbul'a dönerken ellerinde kilolarca baklava götüren insancıkların hesabı burada kesiliyor.
Alkolsüz restoranlarında kebabı 15 TL'den başlayan fiyatlarla satabilen bu müessese baklava satış noktasını restoranın içinden ayırmadığından sözde oturup kebap yiyeceğiniz, içkisiz de olsa muhabbet edebileceğiniz dükkanda durulmuyor bile gürültüden. Ana baba günü bildiğiniz, kebaplar vasat, muhabbet yoksa sofra keyfi de kısa.
Özetle herkes kendi için gitsin yesin içsin ama muhabbetsiz en güzel kebap bile bazlama sayılır.
Kebapları ile 1 duble rakıyı çok gören zihniyete teşekkür eder, memleket sevdamızla hüznümüzü kalbimize gömeriz.
Antakya bekle beni, geleceğim.

Nisan...

Aslında sevdim seni nisan, her ne kadar atlamışsam da...

27 Mart 2011 Pazar

pembe ayıcık

Canı sıkkındı o gece... Taksim'de arabasına aldığı müşteriler beklediğinin aksine onu Şişli'ye sürüklemiş, zamanını çalmışlardı. Müşterinin pembe ayıcığı hiç de yadırgamadan taksinin ön koltuğuna kurulmuş donuk gülüşüyle ona eşlik etmişti bu kısa yolculukta. İki kadının Şişli'de duraklama isteğiyle kendini sıkışmış hissetmiş ama itiraz edememişti. Şişli'de bir apartmana giren ve 10 dakikadır görünmeyen müşterilerine kinlenmişti sonunda...
Yelkovanı neredeyse yeni saat için 12'ye yanaşacakken canı sıkılmış sonraki soluğu arabasının dışında sokakta almıştı... Hınçlıydı, beklemeyi sevmezdi, bilmediğini beklemeyi hiç sevmezdi... Ne biçim kızlardı bunlar? gecenin bir saatinde bilmediği bir mahallede bilmediği bir kapı önüne sürüklemişlerdi onu... Onun geldiği yerlerde olmazdı böyle şeyler, böyle davranmazdı kızlar...

Güzel gecenin ardından elinde kahve kupası ve mugı ile yürüyordu, son bir sigara yakmıştı arabasından inerken aynı zamanda ilk olan.... Keyfi yerinde, zihni dalgalı ama algısı yüksek sokağını, evinin sokağını arşınlıyordu. Gözü bordo karosere takıldı önce sonrasında 15w ile parlayan taksi işaretine... Flaşörleri gördüğünde aracın durduğunu anladı...
Adımları ne yavaşladı ne de hızlandı gecenin sonunu önünde görüyor, keyfini sorgulamıyor, sözcük aramıyordu.
Taksicinin onu gördüğünde yaklaşacağını, konuşacağını beklemiyordu ama bazı şeyleri öğrenmişti zaman içinde...

-Ya buralarda sigara bulabileceğim bir yer var mı?
-Şurada aşağıda bir market var
-Hmm, pekiyi bir dal alabilir miyim?
-Ya öyle söylesene birader, ama mentollü ona göre...
-Olsun ama ateş de lazım, çakmağımı aldı karılar!!!
-Hmm, Bahçeşehir taksisi misin? Kolay gelsin....
- Buralar hep böyle mi? Rezil oldum Taksim'de, orospu mudur, kaşar mıdır karılar!!!
-Ayı güzelmiş.... İyi geceler....


18 Mart 2011 Cuma

Italia

Hazır işler yoğun değilken diyecek oluyorum ama zaten önceden planladığım tatilimi yaptım, yapmaya devam ediyorum :)
Roma'da Emre ve Şirin'in varlığı havayı ve gün ışığının giremediği yerleri ıslatan yağmuru unutturup keyifli bir hafta sonu kaçamağı yaşamamı sağladı.
Roma'dan onlar İstanbul'a dönerlerken bense Floransa trenine bindim her türlü şanssız navigasyon hatalarımıza rağmen.
Bialetti moka ekspres dışında kahvede beklediğimi bulamadığımı ifade etmeliyim İtalya'da öyle beklenildiği gibi kafelerde oturulup kahve keyfi yapılmıyor maalesef. Hatta espresso kafenin tezgahı önünde shot olarak tüketiliyor hiç masaya oturmadan.
Bugünlük birkaç Fiat 500 fotosu ve yarında hikayesi...






27 Şubat 2011 Pazar

Cirque Du Soleil

Evet geçen hafta babamın isteği ile 3 bilet almıştım gösteriye. Tükendi denilen biletlerden ilave kontenjan açılınca edinme fırsatı yakalamıştım. Hava muhalefeti sebebiyle babam İstanbul'a gelemeyince Kaan katıldı annemle bana.

Yeriniz sıranın ortalarında ise erken gitmekte fayda var, eski Abdi İpekçi Arena'nın sıra araları pek dar, sıkıntı olabilir.

Saltimbango bir gösteri, bir şov. Sirk değil. Müzikler, kostümler, dekorlar göz alıcı. Şovlar bir bütün halinde insan bedeninin eğitilerek neleri başarmaya vakıf olduğunu gösteriyor size... Ama TRT'de izlediğimiz trapezcileri düşünmeyin derim, öyle gerilimli anlar yaşanmıyor.

Önlerden bilet almanıza gerek yok en üstteki yerlerden dahi şov rahatlıkla takip edilebilir ama eğer şovun parçası olmak istiyorum derseniz sahne yanı VIP'lerden bilet almaya bakın.

Mümkünse çıkışta hiç acele etmeyin, koca Abdi İpekçi'nin otopark çıkışı için 2 küçük bağlantısı var. Yarım saat beklersiniz.

Mümkünse sevgiliyle gidin, sevgiliyle gülün, sevgiliyle gelin...

7 Şubat 2011 Pazartesi

Çekmeyin ulan...

Evet belki yerimden fırlayıp haykırmam gerekirdi avazım çıktığı kadar ama yapmadım tabi... Trafik Vakfı pazartesi akşamı kabarık bir fatura çıkardı bana. Anlatılacak komik birşey yok zaten ama: umursadım mı? Eve geldiğimde çoktan unutmamış mıydım olanları?
Bloguma yazacak konu çıktı diyebildim ancak arabamın çekildiği otoparkın yokuşunu tırmanırken nefes nefese...
Haksızlık mıydı? belki ama zaten öğrendik hayatın adil olmadığını değil mi! Kendi inancım olmadığından ama karşımdakileri etkiler belki inancıyla bir de "haram olsun" patlattım çok umrumdaymış gibi. Budur topu topu hepsi benim için... Ama Deniz'e üzüldüm, çok takıldı olaya, muhtemelen nefes alıyor olduğundan, halen tepkiler barındırıyor olduğundan bünyede... Yanlışın, doğrunun, haksızlığın çizgilerini çizebiliyor daha... Birkaç küfrün zararı yok ama sonrası küpüme zarar, zaten derdim var koy götüne...

Not: Gayrettepe, Fulya bölgesinde caddede araç parketmeyin, bir oğlan var çekicide sağda oturan elinde bir kalem bir koçan da samanlı kağıt, niyeti var cebinde kaplumbağa yetiştirmeye belli ki...

6 Ocak 2011 Perşembe

Yeniyıl...

Bakmayın yeni yıl planlarına, temiz sayfalarına,iyi dileklerine başkalarının yada ahkam kesen astrologlara osuruktan bir yıl olacakmış diye... Birkaç tür insan oluyor bu dönemde; kimisi yıl sonu defterlerini toparlar, kar zarar ciro hesabı yapar, kimisi kotaları aşmanın, primi hesaplamanın heyecanını yaşar, kimisi yeni işgününü bekler soğuk kış akşamında...
Ben yılbaşını kutlarım, tamamen biraraya gelme ve eğlenme bahanesiyle kutlarım... Sevdiklerimle, sevenlerimle, beni bilenlerle, bildiklerimle, sıkıntı etmeyenlerle, sıkıntıma edenlerle kutlarım... Yeniye, uğuruna, astrosuna inanmam ne de olsa takvimi de insan icat etmedi mi, günü 24 saate, saati 60 dakikaya bölen insan? Yahu mesele o değil! dersen haklısın mesele kafanda bitiyor, yeni ise yeni de, ağaç varsa çaput bağla, mesele kendini inandırmak, inanmak... neyse...
Her yılbaşı, her bayram, her seyran, her günün olacağı gibi bundan sonra, eksikti bu yılbaşı. Dolmayacağını, dolduramayacağımızı bilerek eksik. Doldurmayacağımızı bilerek eksik...
Sofra krallara, kraliçelere layık, herbir sima güzeldi lakin. Sev sevebilirken, sev severken, sev.
İç içebilirken, iç tokuşturabilirken, ye tadını alabilirken ve oyna, oynaş...

Ha kimisi var, içer adabıyla, kahkahalarla gülücüklerle şenlendirir havayı. Kimisi de elinde şişeyle sever onu, seni ,beni... Kimisi de o şişeyi sever... Tözt şişeyi sevdi bu yılbaşında... sonra bırakıverdi şişesini elinden rahatça sarılabilmek için klozete. Araları iyi, kurcalamayalım derken ikisini, kurt düşmüş olacak ki içime yanında aldım nefesimi... Tablo muazzam, yere uzanmış kısrak gibi bedeni, sözcükler acı dolu haykırıyor ağzından ve dizlerine inmiş o güzelim pantolon... Belli ki sevdiği kazık atmış bu mutlu gecesinde, inletiyor tüm benliğini, fayda etmeyecek klozete atılan çığlıklar artık belli... onu ancak biraz nasihat ve çokça uyku paklar... iyi geceler güzel Tözt, merak etme yanındayım uykuya dalana kadar... Arada yere düşmüş gitar çalarken derler, görmemişim yalancı şahitlik etmem ama duydum bir paldırtı desem günah yazmazlar...

Sabahı etmişiz hepimiz, öyle yada böyle, biraz kırık, biraz dökük ama öyle bir sahne var ki aklımda kalan sözcükler kifayetsiz... Bertan'ımı yazacağım dedim yazamıyorum, bir kalem lazım bir beyaz kağıt ve biraz zaman...

Hepiniz sevgiyle kalın...