28 Aralık 2010 Salı
bir tespit de benden...
19 Aralık 2010 Pazar
Çay saati...
Nasıl yaparım, nasıl ederim diye düşündü herhalde. Ve buyrun çözümü aşağıda;
ginkgo biloba, papatya, nane limon, ekinezya, earl grey, karışık bitki, berrak yeşil, tarçın karanfil, english breakfast ve elma....
Çay servisi de yapan kahveci zincirlerinde dahi bu kadar çeşit yoktur iddiasındayım... Neyse hepsi iyi bir amaç uğruna...
15 Aralık 2010 Çarşamba
Kötü bir akşamın ardından...
Bunlar akşamın değil belki önümüzdeki yılın da en kötüleri olmaya aday...
Şişli'ye ulaştıktan sonra evde ekmek olmadığı geliyor hatrıma, aç kalacak değilim marketleri birbir geçerken bira tedarikçimiz tekele giriyorum biraz muhabbet eklemek istiyorum ekmeğe belki. Ekmeğin var mı sorusuna cevabı olumsuz abimin... iyi diyorum o zaman biralarımı alayım bari, adedi soruyor, cevabım 6. İki torba alıyor geliyor yanıma buzdolabının başındayken... İkişer ikişer alıyoruz biraları, 6 tamam derken, diğer torbaya da 2 tane koyarken tamamdı diyecek oluyorum.
Bunlar da hediye diyor!!! Sorguluyorum, yok gerek yoklar sıralıyorum.
Kasada alıyoruz soluğu, ödemek istiyorum, "yılbaşı geliyor ya" diyor... Kocaman bir gülümsemeyle çıkıyorum tekelden... :)
8 Aralık 2010 Çarşamba
kahkahalari
22 Kasım 2010 Pazartesi
Fazla oluyor...
13 Kasım 2010 Cumartesi
Pastoral = Çobanlama (TDK)
Aslında fotoğraflarda göreceğiniz yer Azerbaycan'ın yeşil mi yeşil yaylaları...
10 Kasım 2010 Çarşamba
Bir dönem daha kapanıyor...
29 Ekim 2010 Cuma
Asıl tespit...
9 Ekim 2010 Cumartesi
Salı-Perşembe
3 Ekim 2010 Pazar
FilmEkimi
Tespit...
16 Eylül 2010 Perşembe
Eski düzene geri döndük....
Yılın en keyifli günleri geride kaldı. Nereden çıktı demeyelim saat 20:30 itibari ile İstanbul'un trafik çilesine bir gözatalım yeter.
Bayram trafikten nefes alabileceğimiz son günlerdi sanırsam. Eski düzen havanın kararmasına rağmen ofiste oturup trafiğin geçmesini beklemek zorunda kaldığım düzen. Bilmem kaçınız aynı çileyi çekiyorsunuz?
Ben ki Anadolu'dan Avrupa'ya geçmeye üşeniyorum, tersi istikametteki arkadaşlara sabır diliyorum.
Sadece trafiğin yoğunlaşması yada günlerin kısalması değil eski düzen... Yaşanacak saatlerin tükendiği, evin sığınak olduğu, soğuk biranın yerini kahveye bıraktığı, haftasonlarının kaçamak için göz kırpmadığı (evet yazın her haftasonu bir yerlere kaçtım!) düzen...
Ofisin havası ağırdı bugün, belki biraz bu sebeplerden derdim ama değil... Geriden takip eden maaşlarımızın son bulduğu geçen ay yaşanan prim sevincinden! Efenim, patron geçen ayın son günlerinde zarf sayısını karıştırarak 1 yerine 2 zarf teslim etti ofisteki alacaklılara...
Ben ayın sonu gelirken hazır giriş varken ileriye dönük ödeme tahmininde bulunmuştum ama ofiste olmadığım birkaç saatte muhasebenin de yadsınamaz katkısıyla 2. zarfın iş bitirme primi olduğu kanaatine varılmış. Haftalar geçip devran dönünce ortaya çıktı işin foyası... insanlar maaşlarını sorarken...
Bu ayın maaşları zaten ödenmiş, 2. zarf prim mrim değilmiş. Havadis soğuk hava estirmedi şirkette, soğuk duş etkisi yaptı. Ha, prim bekleyen mi vardı? yoo... herkes maaşını zamanında aldığına mutlu olurdu zaten, yok öyle büyük beklentiler... ama çok oynadığı için doğumgünü hediyesi elinden alınan çocuk ortamı oluştu malesef...
Şaşırdım mı? kesinlikle hayır! hatta beklentim işlerin bu şekilde gelişeceği yönündeydi... Oyuncağım mı? Oynamıyorum ki!
İletişim efendiler, iletişim. Açık ifadeler, düzen, tutarlılık; bunlar erdem...
14 Eylül 2010 Salı
Videodan vazgeçtim....
11 Eylül 2010 Cumartesi
Yüzüğü de taktık...
Teknik sebeplerden dolayı videoyu daha sonra yükleyeceğim... Söz
29 Ağustos 2010 Pazar
Kız istedik...
21 Ağustos 2010 Cumartesi
Bir dönemin sonu
18 Temmuz 2010 Pazar
Pazar
13 Haziran 2010 Pazar
Sandviç
Sandviçlerde genelde jambon, kaşar yada çeçil, domates yada ezmesi, fıstık ezmesi gibi malzemeleri kullanıyor sonrasında da mikrodalgada 350W ta 2-3 dk. kadar ısıtıyorum. Çıkan sıcak sandvici özenle kağıt havluya sarıp poşete atıyorum yolda trafiğin yoğunlaştığı bölgelerde çıkarıp yemek için...
Sandvici torbadan çıkarıyorum, akışkan kaşar ile kağıt havlunun bölgesel olarak birbirine geçtiği görülüyor. Ama o an biliyorsun ki en lezzetli malzeme o kaşar... Kağıt havludan ayırmaya çalışıyorsun kaşarı, kayıp vermemen gerek, dikkat et!! Biraz debelendikten sonra kaşar kaybı yaşanmadığı görülmekle birlikte güzelim sandvici orasına burasına kağıt havlu yapışmış vaziyette kaşarın tadını bastırır şekilde mideye indirmek: işte bu açgözlülük...
19 Mayıs 2010 Çarşamba
189
- Kaç kızla çıktın bugüne kadar? söylesene
- Bilmiyorum çıktım bayaa
- Nasıl bilmezsin adet söyle bana bak ben 189 hatunla çıktım, hepsinin resimleri var.....
Ben 189 farklı hatunla konuştuğumu sanmıyorum...
Limonatanın ekidir...
Teşekkürler Gökçe'nin Fransız misafirleri...
Not: 2 saat içinde yarım rulo harcamışlar görünce anlamıştım başıma geleni...
Atçeken'i evermek...
Mutlu, mesut ve benle dolu bir hayat diliyorum kendilerine...
Teşekkürler Deniz
Boş zamanlarını nasıl değerlendirdiğini sordum (ben bilemiyorum ya) dün akşam.
Gardrobunu düzenliyormuş mesela, "nasıl?" dedim, çok uzağım anlamadım; gardrop, dolap vs. nasıl düzenlenir hem de periyodik.
"Renklerine göre diziyorum" dedi, "açık renkten koyu renge göre", "uzun kollularla kısa kolluları da ayrı diziyorum askılara"...
Duraksadım bir an için kısık sesimin yettiğince kahkaha atmaya başlayana kadar...
Kahkaha atmamda sakınca olmadığını hissettirdiği ve alınganlık yapmadığı için, daha çok kahkaha için detaylarını sorguladığımda anlatmaya devam ettiği için...
Teşekkürler Deniz...
9 Mayıs 2010 Pazar
27 Nisan 2010 Salı
25 Nisan 2010 Pazar
dayakistiyorum
bugün artık daha kolaydı gülmek bilince seni, beni, bizi...
barışmıştık olamayanla, oldurulamayanla...
son bir kez paylaşsaydık ortak geleceklerimizi sadece hayali için...
son bir kez biz olsaydık, son bir kez...
hepinizi seviyorum...
28 Mart 2010 Pazar
A6 QUATTRO
Öyle bazılarının işlerini çok sevdiklerinden yaptıkları yalandır, fasaryadır, siktir oradandır. Ancak can sıkıntısı için geçici çözüm üretme platformudur. Hiçbir para sıkıntsı olmayan adam başkasının kahrını çekmez, başkası için kendi canını sıkmaz. Para sıkıntısının söz konusu olmadığı hayallerin setleri genelde cafe, şarküteri ve iddia bayileridir, kasadadır.
Efenim, 3 gün sonra yeniden ay dönmekte, içerideki maaş çiftlenmekte... Ofisçe tabii... Türkiye'nin en büyük sektörel işini yapıyor olmamızın bir anlamı yok bizim için... Ofis teknik personelin yediği içtiği sıçtığı, yiyeceği aylık 36-38 bin ediyor hesabımla...
2 ay desen 60 bin(masrafları düş baba) borcu var amcaların bize anlayacağınız...
Audi güzel arabalar üretiyor, kalitesi sorgulanamaz tarzı takdire şayan... Bizde A3 diye başlıyor binekler A8'de son buluyor. Yurtdışında sanırım A1, A2 de varmış ama altına imza atmam. A6 güzel bir makam otosu olur bakanlarımıza mesela, veya kurumsalda genel müdürlere yakışır. Kurumsaldaki bu amcaların en dandiklerinin yılda idare ettikleri cirolar herhalde onlarca milyon turkish lirasın altına düşmez.
Bir de bizim gibiler var, taş çatlasa yıllık cirosu 2 milyon liras olacak bir müessese. Ama biz farklıyız. Çapımızı bilmeyiz, öyle galeriye ayak basınca A6'dan aşağısı kesmez. 2000, 2700 cc de yetmez. Gider mi lan o araba, en az "3000 cc" olacak. "Quattro" olacak bi de, "oğlum bi de tiptronik koy oradan". Bu araba kaç para eder bilir misiniz ey ahali? "95 bin €", "you do the math" derler ama yormadan KOCAMAN 200.000 turkish lirası yazayım ben sizin için. Bu arabanın 2000cc si alınsa edeceği "65 bin €". Aradaki 30 bin € teknik personelin 2 aylık maaşı işte. Daha genciz daha çok ders alacağız.
Unutmayın herşeyi menfaatleriniz doğrultusunda planlayın.
Duygusal bağ kurmayın, yeşillere bakın.
Kendinizi heba etmeyin.
Başkalarından güzellik beklemeyin.
Şahıs şirketinden uzak durun, aile şirketinin kapısından içeri girmeyin. Bir patrondan daha kötüsü çok patrondur.
Yetersizlere yetersiz olduklarını söyleyin.
İşiniz bittiğinde ceketinizi alıp giderken yarattığınız bütün katma değerin kimde kalacağını aklınızdan çıkarmayın.
Bu kadar yeter...
24 Mart 2010 Çarşamba
Düğme
12 Mart 2010 Cuma
Sonunda
---------------------------------------------------------------------------------
Şimdi özür diledim ama gerçekliği nerede bilemiyorum, bitsin istiyorum... İyi olsun istiyorum, seslerini, iniltilerini dinlemek istemiyorum. Söz verdi, yine, yeniden...
Bunları yazdım artık, bir daha okumamak dileğiyle...
6 Mart 2010 Cumartesi
Samanyolu TV
Genş kızın anası yakınlarda vefat etmiştir ve bunun etkisinden kurtulamamıştır, gündüz gözüyle anasının ak hayalini görüp onunla konuşmaktadı falan... Kız tabi bu garip ruh hali içerisinde çokserseri "cafe" işleticisi ile meyva suyu, çay içmekte, kısacası çok fena günahlara yelken açmaktadır.
Tek amacı kadınların ırzına geçmek olan bu işletici birgün cafede meyva suyu masasında kızla buluşur, ama "başı ağrımaktadır", kız meyva suyu isteyince "al benimkini iç" der.
Kız içer...
Tabii baş dönmesi fenalaşma derken eleman hatunu cafeden dışarı çıkarır, artık art niyetli karakter hatuna bi güzel yağlayacaktır. Tren yollarından falan yürürler baya, hatun bi ara "yapma, ne olur, yalvarırım" falan deyince elemanın cevabı tokat gibi yapışır
-"gezip tozarken iyiydi ama, hadi yürü bakalım"
kız iyice taakatten düşmüştür, o an birden ak anası belirir, "kızım it onu" der, arkadan tren yaklaşmaktadır, "it onu kızım var gücünle it", hatun herifi iter, herif tren üzerinden geçince ikiye bölünür. Kız kurtulur, ooohh be, adam ikiye bölündü kız kurtuldu.
Yıllar geçer, tam tamına 7 yıl, hatun babası ve kızıyla dondurma almaktadır. Küçük kız arkadan dilenen adama takılır kalır, üzülür haline, "anne, bu dilenciye yardım edelim der"
anne yerde bacaksız dilenen adamın yüzünü görür görmez hınçla,
"bırak kızım onu, onun yardıma değil Allah'tan af dilemeye ihtiyacı var" der.
Yani bu mutaassıp kanal izleyicisi seneler önce işlemediği-işleyemediği bir suçtan ikiye bölünen ve ömrünü dilenerek geçiren bu adamı tam 7 yıl sonra da affedememektedir.
"İşte din budur" dedirten humanizmin son vagonuna uzaktan bakan anlayış. Alkışlar nefret için geliyor. SiTV'ye teşekkürler, nerede durduklarını daha bir belli ettiler.
28 Şubat 2010 Pazar
Buuğt
Şikayetlerim var çokça; işten, aşktan, sevgiden, memleketten ama en çok kendimden...
İşte mutlu değilim. Patron şirketimiz aile şirketi olma yolunda ve bundan zarar almadan atlatmam imkansız, ee ne yapmak lazım o zaman çözüm varsa bulalım değil mi? yok! klasik taktik bekle ve gör (tabi bu başlık altında muhtemelen beklerken aslında istemediğim şartlara yavaş yavaş alışmış olacağım, çok da şikayet etmez hatta bazen empati ile hak verir bir ruh hali alacağım). Ayrılan mühendislerimizin arkası nasıl toplanacak diye düşünmek neden benim işim onu anlamıyorum ve patronun görevi değil midir kaynaklarını iyi değerlendirmek? bu zor zamanda nasıl ikisinden birini tutamazsın, bağlayamazsın şirkete anlamıyorum... kızgınım, kırgınım ama en beteri ben bu işten sıkıldım... sektör dışı her türlü iş teklifine açığım, çalışkan, sorumluk sahibi, alık derecesinde verici, bekar, evde bekleyeni olmayan, hayatının belki de en verimli dönemini geçiren bir mühendisim... imdat...
"Şu dönem de geçsin", "şunu da yapalım"," ah bunu da atlattık mı" vb. motivasyon mottoları bizi bugünlere getirdi. Ama ışık gelecekse ne yandan gelecektir, ne kadar uzağımızdadır, bilmiyorum. Ve "ben yoruldum".
Cuma akşamı arabayla değil vapurla geçtim karşıya... beklediğim ve şaşırmadığım o ruh hali; insanlar, hayat, güzel, çirkin, genç, yaşlı, öğrenci, sekreter... ama ben orada yokum, oynamıyorum o oyunda, kendi tercihim aslında biraz bilerek biraz maalesef...
Sonra cumartesi bir doğum günü, doğumgünü kızı bizim hesapla 23'ü kutluyor, masadakiler de ya yeni kutlamış yada o da iple çekiyor o günü... bir ben, bir kaan, biraz da gökçe var o kadar... gerisi başka, gerisi... biliyorsunuz işte... evimde mutlu oluyorum sonra, fazla iletişime de ihtiyacım yok aslında, uzun telefon görüşmelerine geyik dışında tahammülüm hiç kalmamış...
Evet, gelmişim bir yere ama sanki bu yer öyle pek matah biryer değil...
17 Şubat 2010 Çarşamba
Turkuazoo
Kardeşimle Ikea seferi düzenleme kararı almıştık geçen hafta, hazır gelmişken Turkuazoo'ya da girelim dedik.
Daha yenilerde Berlin'deki örneğine gitmiştik birlikte yani öyle içeride uzun uzun zaman geçirmek, balıkları seyre dalmak gibi bir niyetimiz yok. "Bizimkiler ne yapmış, nasıl yapmış onu görelim" ve "canım memleketimizde bu ve benzeri oluşumları destekleyelim de insanımızın da vizyonu genişlesin" tadında bir tutum içerisinde girişe yöneldik. Kaan'ın parası yoktu, 25 TL/kelle'den 50 TL'yi bayılarak hızla içeri yollandık. Klasik fotoğraf mahalini hızla geçerekten küçük akvaryumlara ulaştık.
Akvaryumların hepsinin önü tıka basa insan kaynıyor, foto flaşları akvaryum mavilerine ton katıyordu. İnsanların sayısı şaşkınlık veriyor, Türk insanının 75 TL'lik aile paketini alıyor olmasına akıl sır erdiremiyorduk. Okullardan düzenlenen gezilerle otobüs otobüs ilkokul-ortaokul öğrencileri günün keyfini çıkarırken Arap turistler alışveriş sonrası turlarını yapıyorlardı. Bakıyoruz heryer insan kaynıyor, hızla devam ediyoruz parkurda, amaç "keşif zaten". Karşılaştırmalı yorumlarımız bazen takdir bazen tenkide kayıyor. Çıkışa ulaşmamız toplam 20 dk. kadar. El sallıyoruz....
İşlerimizi hallettik, evdeyiz artık, önceki günün yorgunluğu pazar trafiğinin gerginliği biraz hırpalamış bizi... Aramızda yorumluyoruz günü, Turkuazoo'ya giriş sebebimizi ve amacımızı...
Sonuç: Giren = 25x2 = 50 TL
Çıkan = Naif
7 Şubat 2010 Pazar
Çarşaf nevresim...
İstemiyorum...
Kaan'la takılmak istiyorum, TV karşısında, wii karşısında, film izleyerek oyun oynayarak birşeyler atıştırarak geçirmek istiyorum.... Yorulmak istemiyorum, beynimi ve bedenimi ziyan etmek de istemiyorum....
Artık yatağımı paylaşmadığımdan kimseyle daha bir özensiz oldum... Bilmiyoru ne zamanda özene bözene çarşaf nevresim değiştirmiştim. Renkleri çok uyumlu değildi ama olsundu kim görecekti ki!
Bugüne gelirken yorganla her gece ilginç mücadelelere girdim, yavaştan düğmeleri açılmaya başlamıştı nevresimin. Boğuşmalarımız bizi geçen haftaya kadar getirdi, yorganı soyup soğana çevirdiğim güne kadar... Sonrası barış içerisinde geçti, nevresim de ayrılmadı yataktan ama artık birlikte olmadıkları kesindi...
Artık değiştirmem gerekiyor sanırım nevresimi, her ne kadar külfetin kralı olsa da... Sanıyorum çünkü aslında bir ihtiyaç olduğundan emin değilim, kimseyle de paylaşmayınca da oooo bana ne!!!!!
devam ediyor....
rtık şansıma güveniyorum belki ben tam yola inerken bir ara gelmez yolun karşısına kadar giderim bu sayede yada burundan vursalar belki ciddi bir hasar görmeden atlatabilirim diye...
Rampanın yola kavuştuğu noktada donuyorum araba ile birlikte, sağ ayağımı frenden çekemiyorum durmuşum oysaki artık kaldığımız yerden devam edebiliriz.... Bir dakika kadar ayağımı fren üzerinde yumuşak ve dengeli tutamıyorum. Ayağımı kaldırır gibi olduğumda arabanın hareketlenmesi ile freni köklüyor sağ ayağım, kontrol henüz bende değil anlaşılan... Ama 2 dakika sonra köprü trafiğindeki yerimi almışım, hiçbir şey olmamış gibi...
Son 2 metresi kuru olmasaydı o rampanın kim bilir nerelerdeydik şimdi!
31 Ocak 2010 Pazar
İstanbul'da kar yılda bir kere yağar...
Bu kar aralıkta ocakta şubatta olabilir. Sizin yapacağınız bu karın keyfini çıkarmak,ü eldivenlerinizde bu karı ezmek, yuvarlamak ve sonra onu ona buna atmaktır. Karda yürümek lazımdır sesini duymak için, aklınıza "kART KURT" tan Kürttün nereden türediği de gelebilir ama karda yürümek lazımdır. Her sene en az bir kez...
Karlı günlrt geride kaldı İstanbul'da hava 13-15 derece bugün. Ama anlatacağım birkaç gün öncesinden henüz havanın ısınmadığı günlerden... Her zaman takip ettiğim yoldayım daha birkaç dakika önce motorlu bir polisin göstere göstere bana ceza yazdığına şahit olmuşum.
Anlatacağım süreç belki 2 belki 40n saniye sürdü.... Yoldaki sulu karın etkisiyle kaymaya başlıyorum, duramıyorum, vites değiştiriyor el frenine sarılıyor, geleceğimi planlıyorum. Yapabileceklerim kısıtlı, akışı görmem lazıım, yokuştan aşağı kayarken kendimi ve hayatımı değerlendiriyorum.
17 Ocak 2010 Pazar
Arzu'nun yeni evi...
Özetlen;
Özlem'i iyi gördüm keyfi yerinde gibim sevindik, Bengisu özenecek ama özlediğim sahile bir indik (canım rüzgarlıydı sen sevmezdin), birçok bira üzeri iki kahvenin ne kadar etkili olduğunu öğrendik-yine sevindik, Özlem'in de birayı ne kadar sevdiğini yeniden gördük, afiyetle yiyip içip adabıyla güzel muhabbet ettik.
Her zaman beklerim...
Ha kocanı da getirebilirsin sorun değil....
Başlığa bakınca; Arzu'nun evi de pek güzel, site güzel, manzara yok(yeterince yüksek değil), insanları güzel, güle güle otursun.
Ne güzel...
Ha! bu da böyle biline...